3 – Gürcistan – Emek ve Ter

Koşar adım…
Kalabalık ve mazot kokularının, şarkıların yerini aldıgı, o kimsesiz Bakü’den düştüm yola…

İnsan, mutsuz oldugu yeri çok rahat terk ediyor.Kalan da, giden de memnun bu hüzünsüz gidişten.

Bir gecelik, renksiz ve çorak kamptan sonra Ganca adında bir kente geldim.Sanırım Azerbaycan’ın 2. büyük şehriymiş.

Bir markete girdim su almak için.
Dışarıyı gözlüyorum tabi marketten ; küçük bir kalabalık oluşmuş Mavi Bulut’un başında.

Diyorum ki kendi kendime ‘şunlara bi oyun yapayım’  Türklere daha az kaba davranıyorlar ya, merak ettim, bir Türk’e degil de, bir insana nasıl davrandıklarını.

Cıktım dışarı, biraz İspanyolca konuştum, sonra kırık bir ingilizce ile Arjantinli oldugumu söyledim.Aralarında ingilizce bilen birisi, digerlerini uyandırdı ‘Arjantinliymiş laan’ diye.

Usta, sonra bi baktım, kimi kask aynamı büküyor, kimi vitesleri kurcalıyor, arkada bir tanesi römorku kaldırıp tekrar bırakıyor yere…

Alanen taciz !

Benim kafam attı tabi, cigersizliklerini gördüm, sonra dedim ki, yerinde bir sinir ile ‘ Alayınızın  a…  k..y..rım ! Fazlasıyla hak ettiler agız dolusu bir küfrü.

Sonra şaşırdı bunlar tabi.Sen Türk müsün dediler.’Tesadüfen’ dedim ve sonra ekledim ‘peki siz İnsan mısınız?’

Hafif itiş-kakış başladı.Neden Türk oldugunu söylemiyorsun, biz Türkleri severiz dediler.Ben iyice çıgrımdan çıktım.Ulan dedim, başlarım size de, düzeysiz milliyetçiliginize de ! İyi dostlarım var milliyetci ve nefis karakterlere sahipler.Ama bunlar… Tarif edemiyorum…

Sonra birizi Kardeş Ülkeleriz biz dedi.İlla açtırıcak agzımı ! ‘insan’ olmayı unutmuş, tesadüfen dogdugu yere, öylesine körü körüne baglanmış ki ! Dedim sen Türkiye’deki kardeşlerini geç ! İran’da yaşayan, müzikleri, dansları, kendi dillerinde okumak ve yazmaktan mahrum bırakılmış, 35 milyon Azeri’yi korumaya çalışsana ! Yaklaşık 8 milyon nufusunuz var Azerbaycan’da, petrolü nerenize süreceginizi şaşırmışsınız, tutup İran’daki kardeşlerinize sahip çıkmıyorsun, sonra içi boş milliyetçiliginle Türkler Kardeşimizdir diyorsun !

Tartışma alevlendikçe, bunlar bisikleti falan yere düşürmeye çalıştılar.Tam kavgaya tutuşucakken, birisi digerlerini durdurmaya calıştı, bana da dedi ki ‘Gürcistan yoluna şuradan gidiyorsun, devam et arkadaş ! ‘

Söveeee Söveeee sürdüm Mavi Bulut’u

Yavaş yavaş yeşeren yollar, keyfimi biraz yerine getirdi açıkcası… Yolda dümdüz ve rüzgar da arkadan esince, harika yol aldım…

Sonra bir araba durdu yanımda, ‘hadi bakalım’ dedim ! Bir bela daha ! Arabadan 2 erkek 2 kadın indi.Gürcülermiş…

‘Sizi merak ettik, bir şeye ihtiyacınız var mı? Elimizden ne gelirse yapalım’
Sagol beeee ! dedim
Gülümseme görmeyeli epey olmuştu !
Fotograf cekilmek istediler,memnuniyetle kabul ettim…

Yavaştan güneş gidiyor diger memleketlere.

Sote bir yer kestirip gözüme, hava yavastan kararana kadar bekliyorum çadır kurmak için.Hep böyle yaparım.Eger cadırı görürse tatsız birkaç insan, gece iş açarlar başına adamın…

Sizi de es geçemiyorum yine 🙂 Bir minik vidyo çektim illaki 🙂

Başka bir Güneş, başka bir ülke VİDYO

Sabah güneş ile düşüyorum yola tekrar.Bu arada biraz agrı başladı sag dizimde… Vücut artık dinlenmek istiyor birkaç gün.Ama ne yapayım, Tebriz’den sonra herhangi bir yer denk gelmedi, vücudumla ruhumu aynı oranda dinlendirebilecegim… Bu sebeple aşırı pedalladım, güzel bir yere varmak özlemi ile…

Dedim sınıra varmadan bir gece daha kalayım Azerbaycan’da.Cünkü sınır geçişleri hem çile oluyor, hem sınıra yaklaşık 60 km uzaklıktaki Tiflis’e öglen vakti varmak istiyorum.Bu sebeple, gözüme Qırmızı Köprü’yü kestiriyorum.

Fena rüzgar ve dar yolda, cebelleştikten sonra koca bir agaç buluyorum, seriliyorum dibine…

Sanırım 1 saat kadar dalmışım uykuya…

Gözümü bi açıyorum, Mavi Bulut’u yokluyorum yerinde mi diye 🙂 Sonra hangi ülkede ve dünya üzerinde hemen hemen hangi civarda oldugumu anlamaya çalışıyorum.

Bu epey geldi başıma… Sürekli giden bir durumdaysam eger, aklımı ve ruhumu, en son bedenimi anlamaya calışıyorum ‘tam olarak ne oluyor’ diyorum kendi kendime…

Bir topraga, evindeki yatagından daha yakın bir smimiyet duyan bir köylü gülümsetiyor beni, sonra bir bakıyorum, aynı ‘yakıcı’lıkta bir kadın… Toprak üstünde, içtenlikle ter döküyor.Dur diyorum ! Aşık Veysel’in ‘Benim Sadık Yarim Kara Topraktır’ eserini açıp dinliyorum mp3 çalarımdan…

Eminim dinlemişsinizdir bu türküyü bir çogunuz.Ama ben isterim ki bir kez de okuyun.Nasıl büyük bir felsefe barındırdıgını hissedeceksiniz eminim.

Dost dost diye nicelerine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır

Nice güzellere baılandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır

Ademden bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır

Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttim tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yârim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yârim kara topraktır

Dileğin var ise Allah’tan
Almak için uzak gitme topraktan
Comertlik toprağa verilmiş Hak’tan
Benim sadık yârim kara topraktır

Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın kul Allaha
Hak’kın hazinesi gizli toprakta
Benim sadık yârim kara topraktır

Bütün kusurlarım toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yârim kara topraktır

Herkim olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i bağrına basar
Benim sadık yârim kara topraktır

Aşık Veysel

Devam ediyorum sonra yola ;

Epey sürdüm, iyice degişti doga…

Ama varamayacak gibiyim.Cadır kuracak bir yer kestiriyorum gözüme.Kocaman bir restorant ve onun kocaman bahçesinde, belki 200 tane çadır kurulacak yer var.Bol agaçlı falan.Usulca yaklaşıyorum,buluyorum yerin sahibini ;

– Merhaba, bu akşam konaklayabilir miyim bu boş alanda

– Nerelisin?

– Geziyorum işte buraları, uygun mu burası, sabah erkenden yola cıkıcam

– hmm, senin sorumlulugunu alamam, ama bir şekilde çözeriz belki

– Benim param çok az, Moskova’ya gidiyorum

– E paran az, ne diye çıkıyorsun yola

– İlginize teşekkürler, iyi akşamlar.

Aklını, dolar ve benzinle yemiş bu restorant sahibine bolca gülüp sürüyorum.Yaklaşık 500m ilerliyorum, nefis bir tren vagonu duruyor bir bahçenin içinde, eski bir vagon.Hey diyorum, ne yaşanmışlıklar vardır bunun içinde… Heves ve keyifle tam yükü indiricem römorktan, bir çoban ile karşılaşıyorum… Aram iyidir ya çobanlara 🙂 akıl, ruh ve emek güdüyoruz bolca.Meslektaş sayılırız 🙂 Neyse, bu gece burda kalacagım diyorum, ‘arkadasıma sormam lazım, burası bizden sorulur’ diyor.Gidiyoruz başka bir adamın yanına, ‘patrona telefon etmem lazım diyor’ sanki koyun keçi istedik yahu ! Neyse, patronu arıyor telefonla, patron beni görmek istiyormuş, yürüdük, bir de baktım, o restorant sahibi ! Açtı agzını yumdu gözünü… Tamam dedim ya, sagolun ! Dönüm dönüm arsası var adamın ama, içinden çürük patates kokuları yükseliyor, kalbinin…

Devam ettim.Hiç hoşlanmıyorum karanlıkta yol almaktan.Neyse, birkaç kişi ile rastlaştık yolda.Bizim kahvenin önünde cadır kurabilirsin dediler… Teşekkür edip, kurdum çadırımı ve yattım güzelce…

Sabahından bir fotograf ;

Koşar adım düştüm yola… Bugün sınır geçişi var.

Çocuklar çıkıyor karşıma…

Sonra ve sınıra dogru işte, aklıma gelen her şey, bagdaş kurup düşüncelerin bereketsiz düzlüklerinde, sesleri koşturmaya başlıyor sanki, ve sanki, kalmak, öyle sert yumrukluyor ki kapımı… Tüm çocuk bakışları, ”uzaklaşma bizden, sevebiliriz burada birbirimizi” diyor…

Sınıra geliyorum sonra, fazlasıyla memnun ve Azerbaycan’ın kirini üzerimden attırcak havalarda soluk almak özlemi ile döndürüyorum pedalı.

Bisikletli sınır geçişlerinde, özellikle römork varsa, inanılmaz sıkıntılar cıkıyor ortaya.Arabaların geçtigi bölümden mi yoksa insanların geçtigi bölümden mi geçmen gerektigine karar verecek ya polisler, o kadar geriliyor ki insan…

Yine de, en kolay sınır geçişlerinden birini yaşadım ve hemen aşkla pedallamaya başladım… Gürcistan’da olmanın verdigi mutluluk (ya da Azerbaycandan’kurtulmanın’ da diyebiliriz ) o kadar güç verdi ki bana 🙂

Gürcü dili inanılmaz keyifli görünüyor 🙂 Alfabeleri de kendilerine özel 🙂

Amcam almış alkolü almış alkolü 🙂 muhabbet etmek istiyor 🙂 Ah be diyorum, Tiflis’e öyle heyecanla pedallıyorum ki, hava da tam gidilesi yine,  en az tüm havalar gibi.Bir fotografını çekiyorum amcamın, devam ediyorum yola ;

Ve Tiflis’e son 7 km.

Bir başkent oldugunun farkındayım Tiflis’in… Ama ne bileyim, sanki araçlar kovalıyor gibi hissediyorum beni 🙂

Şehrin ortasından kocaman bir nehir geçiyor… Nehir, şehri ikiye bölmüş… Merkezde internet bulup, Couch Surfing ‘den kalacak yer cıkıp cıkmadıgına bakıyorum, cevap yok kimseden… Şehri dolaşmaya başlıyorum biraz, gözümün biri  ile de küçük otel bakıyorum.

Güzel kadınların ve bol üniversite ögrencilerinin dışında ilgimi çeken herhangi bir şey bulamıyorum burada da… Otel fiyatlarını ögreniyorum, artık dinlenmem şart en az 2 gece… yaklaşık 30 dolar kadar burada da oteller…

Hiç kalmak gelmiyor içimden… Bir tane bira alıp ki su ile aynı fiyat 🙂 Oturup meydanda, biraz çevreyi izleyip, Batum’a kadar dinlenmeden devam etmeye karar verdim.Yaklaşık 350 km daha pedallayacagım, bu da, normal şartlarda 2 – 2,5 gün kadar sürer.Tamam, söz kesilmiştir 🙂 Sadece Beyzbol oynayan gençler dikkatimi çekiyor yolda… Onun da fotografını iliştireyim ;

Batumi levhalarına baka baka devam ediyorum yola… Ama hava hafiften kararıyor… Şehrin çıkışına dogru bir piknik alanı görüp dalıyorum içeriye… Epey yoruldum, cok uzun bir gün yaşıyorum… Agaçların altında olmanın verdigi haklı huzurla, uzanıyorum azcık, yine düşüncemde birkaç agrı başgösteriyor… Ne yapıcam ben bu kafa ile bilmiyorum, bazen böyle, 50-55 yaşında hissediyorum kendimi… Cananım sıkılıyor…

Birkaç Fikret Kızılok şarkısı ile, yoguruyorum düşünceleri, sonra, alıp kemanımı ormanda tek başına takılıyorum, kırık bir dogaçlama…

Yarım saat kadar sonra, bir de baktım ki, 20 kadar polis bana dogru geliyor 🙂 Basıyor beni bir telaş, bu kadar polis bir adamın üstüne üstüne geliyorsa, pek hayırlı degildir durumlar 🙂

Diyorlar ki, bize bir şeyler çalar mısın? ben ‘ee şey eeeee ‘ falan yapıyorum bir süre, sonra hemen bir bardak bira dolduruyorlar bana 🙂 Ellerinde 5 er litrelik bira fıçılarından 4 tane 🙂 Bir parça ekmegin arasına da, bir tane sosis koyup uzattılar bana 🙂

‘Tüm turistler Gürcistan’a hoşgeldiler’ dediler.

Şöyle bir yokladım kendimi, hayal falan degil, bunlar cidden polis.

Neyse, meger, Polis bayramı yaklaşıyormuş, bunlar ön kutlama yapmak için gelmişler 🙂

O zaman durun çalayım bir şarkı dedim ;

Gürcü Polislerine küçük bir şarkı VİDYO

Kaç bardak içtim bilmiyorum 🙂 Ama nefis bir uyku çektim, onu iyi biliyorum.BU arada, Gürcistan polisi hakkında inanılmaz iyi şeyler ögrendim, mesela, trafik kontrolu var, arabadan inmek yasak, rüşvet teklif etmek daha yasak ! (Azerbaycan sınırında, Azerbaycan polisinin bana yaptıkları geliyor da aklıma) Sonra, yurda giren turistleri, ellerinden geldigince iyi agırlamak başlıca görevleri ve oldukça içtenler bu konuda… EVet, telsizleri var ama, insanlıktan çıkmalarına neden olmamış bu durum 😉

Sabah pedal çevirmekten, bilmedigin bir cografyanın o çekici kokusuna kapılmaktan, daha güzel ne olabilir? Belki çok şey, belki hiçbir şey… Ne çok soru var cevaplanması gereken 🙂 Bazen, kafama, bir Nazım Hikmet ya da bir Cemal Süreya şiiri dayayıp, sözcükleri bagırmak istiyorum düşüncelere ve diger tüm düşünceleri bastırsın diye ezgi, güzel bir agaçtan oyulmuş kemanı düşünüp, o agacın kederine bırakmak istiyorum kendimi.

Ve bir tabelada, bir İstanbul göründü… ‘Kırlangıç’ ve martılar düştü aklıma… Sonra Cihan dost ve Orhan Abi sanırım iki kişi daha, Türkiye – Gürcistan – Türkiye turu yapıcaklardı Haziran başında… Onların bu tarafa gelecegini düşünerek, bu yolu çok iyi aklımda tutmalı ve onlara anlatmalıyım diye düşündüm.Eminim, bu yazıyı okumaları epey fayda saglayacak onlara…

Genelde düz yollar… Ama dün konuştugum polisler, epey rampa oldugunu söylemişlerdi devamında.

Bir arabanın üstündeki şenlikli kalabalık dikkatimi çekti sonra 🙂 Yaklaştıkça, anladım üsütndekilerin ne oldugunu ;

Yol gayet düzgün ve geniş bir yol ama, yahu ne bir benzinlik var ne de bir çeşme… Benim de yaklaşık yarım litre suyum vardı sabah.Susuzluk içinde pedalladıgım yaklaşık 60 km’den sonra, fazla su taşımadıgım için kendime çok kızdım.Sonra yol çalışması yapan bir gruptan biraz su istedim.Hemen paylaştılar sularını… Yaklaşık 3 km sonra, bir minik restorant gördüm hemen daldım içeri… Önce su, sonra peynirli kalın bir börek ve serinlemek adına, soguk bir bira yudumladım yanında… Doymak ne güzel bir duygu diye gülümsedim..

Sonra düştüm yola… ciddi bir rampa çıktıktan sonra (yaklaşık  5-6 km ) bir tünele geldim.Tünellerden hiç hoşlanmıyorum.Arabaların çıkardıgı o ürkütücü gürültü, ve karanlık ve ruhubet… Çok hızlı bir şekilde pedallıyorum tünelde.

Bir inişe başladım… Öyle iyi geldi ki o rampadan sonra 🙂 Bir düzlüge ulaştım yine, ilkbahar, damagımda kalan bir yudum kuş sevinci gibi, canlılıgıma canlılık katıyor… Yol kenarlarında, eski kiliseler var bolca bu arada.

Sonra devam ediyorum.Saat 4 falan… yaklaşık 90 km gelmişim sabahtan bu yana… Ama yeni açılmış gibi hissediyorum kendimi.Bir çeşmede soluklanırken, yan tarafta bir restoran dikkatimi çekti.Sonra ben bir başkasının dikkatini çektim ve bir adam yanıma gelip, nerden geldigimi sordu.Ben de, İngilizce ya da Türkçe bilip bilmedigini sordum.Türkçe biliyormuş.Birer çay içtik.Sonra 3-4 kadın vardı restoranda, salaş giyinimli bakımlı kadınlar… Bir tanesi sevgilin var mı burada dedi.’Yok’ dedim, sonra iş biraz sarpa sardı.Nişanlıyım dedim bir Türkiye’De bir kadınla… Usta, megersem o kadınlar orda çalışıyorlarmış.Hayat kadını olarak… Lan dedim Feyyaz, çok seri devam et yola… 2. çayı yarıda bırakıp devam ettim yola.BU arada restoran sahibi ile bir fotograf çekildik.Çay ve su için teşekkür adına koyayım fotografını.Cok da iyi muhabbet ettik…

Pedalladım pedalladım, saat yaklaşık 7 oldu, yemek yemeli ve kirli kıyafetleri yıkamalıyım artık diyerekten, ucuz bir otel bulursam kalma ihtimaline karşılık yol kenarlarını süze süze devam ettim.Sonra bir otel gördüm, çok keyifli görünüyordu.Girdim içeriye, 15 dolara anlaştım.Güzel bir yemek yedim.BU arada, çevremde sürekli, kadınlar dolaşıp duruyor.

Agır iş yaptıkları yüzlerinden belli…

Yine yaklaşıp sorular sormaya başladılar… Meger burası hem genelev hem restorant hem otelmiş.Bir önceki restorant gibi…

Evliyim ben dedim.Sonra, hemen odama çıkıp, çorapları falan yıkadım, sonra erkenden uzandım, uyuyup, sabah erkenden düşmek istiyorum yola…

Gece bir müzik başladı, Ankara havası… Otelin alt katı gazino, üst katta 8 tane falan oda var, odalar yaklaşık 15m kare falan.Ahşap bir yapı…

Gece yan odalara, müşteri aldı tabi kadınlar.Haydi buyur… Sesler yükselmeye başlayınca, kulaklıgımı takip sabahı beklemeye başladım… Benim uyku yine yalan oldu…

Sabah erkenden kalkıp, topladım Mavi Bulut’u…

Kahvaltı yapıp düştüm yola…

Doga, birçok kokuyu bastırır bilirsiniz… Ama Tarladaki kadınları görünce, dedim ki, buna nasıl iştir…

Ter ve Emek

Kimi,
Koyun güder tarlada,
Kimi,
Etini satar ikinci katta..

Kendine uzak vatanlarında,
Hep yorulmakta
Kadınlar…

Mentol
Ve
Tezek kokusu,
Farklı gırtlaklarda,
Hep aynı yakıcılıkta…

Sonra hep yara,
Bütün agızlarında…

diye bir söz dizdim karşılaştıgım manzaralar karşısında…

Diyorum ya, tüm kirleri temizliyor diye doga…
Birkaç tavuk ve güzel eskimiş bir yüz, beni mutlu ediyor hemen ;

Khasuri’ye varıyorum sonra… Batumi’ye 200km den az kaldı…

Birkaç köy ve kasabadan geçiyorum.İnsanlar el emeklerini sunmuşlar gelen geçenlere.

Bir teyze de, cevizli sucuk ve türevlerinden satıyor 🙂

Sonra pedallıyorum… Bir çeşme görüyorum önce, kulaklıklarımı çıkartınca da, nefis bir Gürcü müzigi duyuyorum.Hemen sese dogru gidiyorum, minik bir restorant.Öyle kadın ticareti falan olmadıgını anlayınca, Mavi BUlut’u park ediyorum nehir manzaralı bir yere, geçiyorum ben de minik restoranın verandasına 🙂 Yol kenarında bir fırından aldıgım ekmegi yedikten sonra bir bira ile ödüllendiriyorum kendimi 🙂 Ödüllendirmek lafın gelişi tabi 🙂

Bir de küçük vidyo çektim sizin için.Özellikle Cİhan dost ve Orhan abi için, yolu az çok kafalarında oluştursunlar diye 😉

Minik restoranda, Gürcü müzigi ve ilkbahar keyfi VİDYO

Keyifle düşüyorum yola… Rakım baya yükselmiş bu arada, yol kenarlarındaki karlardan anlıyorum bunu… Hava da öyle sıcak ki aslında.

Epey rampa çıkıp, bir de tünel geçtikten sonra (yaklaşık 1.600m uzunlugunda) bir iniş başlıyor ki… Yaklaşık 30 km oldugunu duymuştum.Keyifle inerken, bir taraftan, birkaç ay sonra Cihan dostların burayı çıkacak olması telaşlandırıyor beni… Ama manzara öyle keyifli ki, eminim sorunsuz devam edecekler yollarına…

Bir de vidyo çektim sizin için 🙂 İniş vidyosu…

Batumi’ye dogru İniş VİDYO

Ve hafif düzlükte ellerimi dinlendirirken, bir de bakıyorum ki, 3. tekerim patlamış 🙂 Ama o kadar güzel yerde patlamış ki 🙂 Bir çeşme var yanımda, yanında bir de oturak 🙂
” Çeşmenin başına, bir Fernando inmiş, egilmiş, içlastigi, suya düşüüüürmüş 🙂

diyerekten keyifle tamir ediyorum lastigimi 🙂

Tamirden sonra, arkadan esen rüzgar ve bir restoran sahibinin çizdigi kestirme rota sayesinde, yaklaşık 8 saatlik bir sürüş daha yaparak, ki normalde günlük sürmem gereken ortalama zamandır ve ben toplamda neredeyse 15 saat bisiklet sürmüş olucam gün sonunda,  Batum tabelasını görüyorum.Ama çok hoşlanmadıgım, çok geç bir saatte giriyorum, büyük oldugundan emin oldugum şehire…

Neyse, şimdi saat olmuş gece yarısı, e bu saatten sonra da tutup otele para vermek istemiyorum (epey cimrileştim son dönem) Sahilde yatayım diye geçirirken aklımdan.Türkiye Kıyıları Turumda yaptıgım gibi, benzin istasyonlarından birinde şansımı deniyorum ve bu sefer şanslı hissediyorum kendimi.Benzin istasyonunun marketi açık ve kalmamda hiç sakınca görmüyorlar.

Sabah, sisini üstünden atmış Batum ile karşılaşıyorum…

Keyifli keyifli pedallıyorum.Bir çorba içip, bir otele yerleşmek niyetim… Vücudumu çok ihmal ettim.Toparlanmasına fırsat vermeliyim.Daha nice ülkeler dolaşıcak bu bacaklar, kollar…

Bir çorbacı bulup, nefis kelle-paça çorbasını indiriyorum mideye 🙂 özlemişim yahu.

Ucuz otel arıyorum… Neredeyse imkansız.Burası, Türkiye’nin Bodrum’u gibi.

Yaklaşık 30 dolara bir oda tuttum.Hemen yerleştim odaya.Bu arada, artık anıları taşımaktan yorulmuş saçlarımı fark ediyorum…

Son birkaç yıldır yaptıgım gibi, alıyorum makası elime 🙂

Yaklaşık 1 saat sonra, farklı bir adamla karşılaşan resepsiyondaki kızın suratını görmeniz lazımdı 🙂

Çıktım dolaşmaya başladım Batum’u… Birkaç fotograf çektim sizin için, çok da anlatılacak, duygusal ya da mantıksal bir olay yok ‘Şehir işte’ diye özetledim kendimce ;

Bisiklet yolları çok güzel deniz kenarında… Ve kiralık bisikletler koymuşlar epey 🙂

Onca çiftin ve tek başına gezinen kadınların yanından, ellerin cebinde dolaşmak, birkaç kez iç çektiriyor bana 😉

Burada, sanata epey deger veriyorlar… Bir de arada, minik limanda, birkaç yunus görebilirseniz, sizden şanslısı yok 🙂

Normal şartlarda, aklımdan geçirdigim plan şu; Batum’a giderim, 2-3 gece dinlenirim, sonra feribot ile geçerim Rusya-Sochi’ye. Gürcistan-Rusya karayolu geçişi kapalı, o yüzden, Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Sochi şehrine gemi ile geçmek gerekiyor.Zonguldak-Samsun-Trabzon’dan ve Batumi’den gemiler var Sochi’ye.Niyetim Batum’dan binmek Sochi gemisine.Sorup soruşturdum, en az 3 gece daha kalmam gerekiyor Batum’da… Hem’bana’ göre biraz pahalı bir şehir hem de, 1 günde hissedilebilecek tüm durumlarını hissedebiliyorsun…

Sabah kalktım, alışveriş yapıp, kahvaltı edip etmemek için düşünürken; karmaşık maddi hesaplardan sıyrılıp, beni her açıdan rahatlatıcak bir karar aldım ;

Hacen ‘ dedum, geçeyum ben Trabzon’a, ha ordan bineruz da gemiye.

Heyecanla topladım eşyalarımı, yükledim Mavi Bulut’u… Haydi bakalım dedim, sürdüm Türkiye sınırına dogru.. Zaten 25 km falandı sanırım Sarp  Sınır kapısı 🙂

Türkiye Kıyıları Turumda, 4 yıl önce, Sarp sınırından başlamıştım tura… Farklı bir heyecan ile pedallamama sebep oldu bu 🙂

Karadeniz hemen hissettirdi kendini ;

Yine zor bir sınır geçişinden sonra, 4 yıl önce ilk bisiklet turumda çekildigim yerde bir fotograf çekiliyorum… Öyle garip hissettim ki kendimi o anda… Yine bir fotograf makinesinin önündeyim, aynı yerde ve aradan 4 yıl geçmiş, onlarca insan girmiş hayatıma, birkaç insan çıkmış… Ülkeler gezilmiş, suratlara bakılmış…

Anlatamam hissettiklerimin çogunu… Ama nasıl pedal çevirdigimi görseydiniz, belki anlardınız biraz coşkumu… Bu arada, Arhavi’ yi okuyunca tabelada, Nazim Hikmet’in ” Arhavili Ismail’in Hikayesi” adli siiri dustu aklima.Okumanizi tavsiye ederim..

Trabzon yaklaşık 1.5 gün uzagımda… Bir arkadasa selam ediyorum ‘Hakan nerdesin?’ ‘Sevinç ve şaşkınlık içindeki dostum ‘Trabzon’dayım’diyor… Mevzuyu anlatmamla birlikte, kimseye söz verme, bendesin diyor 🙂 Bunun rahatlıgı ile pedallarken, Nazım Hikmet’in Hopa cezaevinde yattıgını anımsıyorum.Hemen sapıyorum Hopa’ya, soruyorum 4-5 kişiye, yıkmışlar cezaevini… Niyetim Mavi Lİman şiirinden bestelenmiş Cem Karaca şarkısını, ustanın anısına, cezaevinin önünde çalmaktı… Malesef yapamadım…

Sürmeye devam ettim, bir amca el etti, Gel bakayum da ! Çay ikram etmek istedi, kaçırır mıyım 🙂

Muhabbet koyulaşıyor.Aç olup olmadıgımı sorduyor Yüksel abi, suratımdan belli da aç oldugum 🙂 hiç kıvır mıyorum… Şöyle böyle diyorum.

Hemen bir Mıhlama patlayorlar babası ile, benim için 🙂

Nefis bir dostluk kurduk, hatta Mıhlamadan daha lezzetliydi, hesap edin 🙂

Sonra ayrılık vakti 🙂 Ben tabi önceki Karadeniz maceralarını, taka kullanıp balıga çıktıgımı falan anlatınca, dediler ki ‘ ha buraya bizim barakamız var, kafan estiginde çık gel 1-2 hafta kal da bizimle’  🙂

Bir yurdumuz daha oldu Rize’de…

Yola devam ettim, birkaç saate hava kararacak, ama yol öyle güzel ki ;

Tünelden geçmektense, sahil yolunu tercih etmenizi tavsiye ederim 😉

Çayeli yakınlarındaki bir plaja kurdum çadırımı.

Nefis bir günbatımı ve bolca dostun sesini duyup  uykuya daldım… Ama, gece, alkolun ayarını kaçıran gencler, horon tepmeye ve benim cadırımın yakınlarına biraz şişeleri fırlatmaya başladılar…

Yine de ettik sabahı…

Trabzon’a vardım, Hakan’ın evine yerleştim…

Hakan beni tanır, hatta uzaktan kuzenimdir 🙂 Karadeniz Teknik Üniv. yakınlarındaki evinde, ben bu yazıyı yazarken internet siteme, telefon etti ‘Feyyaz acil gel ‘ kavga falan ediyor sandım, küçük kutu sütümü elimden bırakıp gittim üniversitenin kapısına, ‘ne oldu da ! ‘ dedim.

Derslerine giren profesöre benden bahsetmiş, hoca da demiş ki ‘gelip bizimle yaşadıklarını paylaşırsa seviniriz.’

Şimdi yaşadıklarımı paylaşmaktan mutluluk duyarım her zaman, ama tutup, insanların zamanını almak, ‘dogru’ yu  biliyormuşçasına yüksek sesle konuşmak hiç adetim degildir.

Artık söz verilmiş, ortalama 50 tane ünv. ögrencisi, karşımda bekliyorlar beni dinlemek için… ve tatlı mı tatlı profesör de keza…

Şimdi, nasıl etsem nasıl anlatsam… Bir uçtan başladım anlatmaya… Türkiye Kıyıları turu, Latin Amerika, Nazım’a Çıkan Yol… e belirli bir duruşum var hem karakter hem ideoloji olarak, sansür de yoktur lugatımda… Eski İtalyan kızarkadasımla Peru’da nasıl tanıştıgımdan, Bolivya’daki gasp olayına, Nazım Hikmet’in sansürüne karşılık, ustanın mezarına toprak götürmenin sosyalist tarafımda hissettigim sorumlulugu azaltacagına kadar… Anlattım anlattım. Herkes memnun kalmadı bu muhabbetten, birkaç ögrenci, yaşantıma dair sorular sordular, hani boşluk arayışıyla hayatımın eksik tarafını bulup, elindeki comagı sokmaya calışanların dışında cogu samimiydi…

Henry David Thoerau’dan girip, Halil Cibran’dan çıktım… Evlilik, yalnızlık,’bu degirmenin suyu nerden geliyor’ sorularına da cevap verdim 🙂 (dedim ki, ordan bakıldıgında degirmen kenarında oturuyor gibi görünüyorsam, şöyle geçeyim dostum… – şimdi nasıl görünüyor? )

Akşama, muhabbet tadında hikayeler anlatma konusunda sözleşip, hocanın 1 dersini ‘ziyan’ edip, ayrıldım sınıftan 🙂

Bunu birkaç kez daha yaptım ama, yani nasıl anlatayım… Yol, sadece gidilir ve herkesin bir yolu vardır… İnsanın seçimi, başkalarından başarılı oldugu anlamına gelmez ki ! Neyse… Bu akşam 18:00 de gemi hareket ediyor Rusya – Sochi’ye…

Eger sınır geçişim başarılı olursa, 2300 km ye yakın yolum daha olucak ustaya…
Dostluk ve yol ile…


“3 – Gürcistan – Emek ve Ter” için 16 yanıt

  1. hani demişsin ya sabah uyandığımda hangi ülkede olduğumu anlamak biraz zaman alıyor diye…. işte yazını okuyup bitirdiğimde , ” nerdeyim ben” oldum bende.. 🙂 sevgiyle..

  2. Yine harikulade bir yazı. Nazım Ustanın kaldığı hapishanenin yıkılmasına üzülsem mi, sevinsem mi bilemiyorum. Sevgiyle kal…

  3. güzel gidiyor be,yazı sonunda yine tebessüm oluştu yüzümde 🙂 hoşçakal…

  4. Feyyaz. Orhan abilerle beraber Gürcistana ben de gideceğim. Zonguldak Ereğli’den tura dahil olmaya planladım, Gürcistan yollarına iyi baktım dostum ellerine sağlık. Pedalına kuvvet kolay gelsin heyacanla takipteyim.

  5. Anlatımındaki güzellik insanı bir solukta okutuyor.
    Okuduğum her cümleden sonra umarım bitmemiştir diye.
    Yol hayattır. İyi kötü güzel çirkin bir çok şey barındırır. umarım hep güzeli olanı yaşarsın..
    Yolun yoldaşın olsun. Rüzgar hep sana destek olsun.

  6. feyyazcığım biz bunları yazarken kimbilir sen nerelerde olacaksın…yani hep bizden öndesin…ve biz bundan hoşnutuz…ben bundan hoşnutum çocuk…seni datça da bekliyoruz…ekmeğimizi içkimizi hikayelerimizi ve dostluğumuzu paylaşmak için gün sayacağız…sevgiyle kal…

  7. Alıp götürdün tekrardan bizi diğer diyarlara kendi hayallerine … Her attığın pedalla hayallerine ulaşman dileğiyle … Teşekkürler

  8. “…

    Bir ömrün olgunlaştıramayacağı
    acemilikler toplamı ve bir çılgın
    boyun eğmedi kendine bile
    seçme zorunda kalmadı yaşamayı

    nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana
    bağlanmadı kendine de ömür boyu
    dağlara tırmana atlar gibi
    soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
    bir şahin gibi bulutlara kurdu
    dumanlı sevdaların yörük çadırını
    sıradan bir gezgin değildi hiç
    dövüşür gibi yaşadı yolculukları
    belki korkusuz sayılmazdı büsbütün
    korkardı korkulara düşmekten zaman zaman

    ve bütün gemileri yakıp
    yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla

    …”

    yolun Rusya’da acik olsun Feyyaz, saglicakla git yolunu!..

  9. selam
    azerbaycan için üzüldüm.bir ülkede karşılaştığımız insanlar o ülke ile ilgili duygularımızı nasıl da etkiliyor.çünkü aslolan insan.pedal çeviren ayakların kadar kaleminde kuvvetli.ikisine de kuvvet.takipteyiz.yolun açık ve iyi insanlarla dolu olsun.

  10. özgürce cos ve yasa…. unutma hayat daglardan yesil vadilere dogru kosan vahsi atlar misali…

  11. kardeşim barış manço gibisin valla pedalla kafkasya turu yapmışsın=D

  12. kardeş yolun açık olsun…öyle güzel anlatmışsın ki bizide götürdün oralara….ayrıca cesaretine hayran kaldım doğrusu..daima yolun açık olsun

  13. bir solukta okudum seyahatini benim yapmak isteyip yapamadıklarımı yazmıssın kendim geziyormuşçasına sevindim yolun açık olsun

  14. View the Best Movie of All Time
    What movie do you want to watch today? Sniper videos may be required about your
    list. This will be the most exciting shooting battle,
    where every sniper activity is always interesting to watch.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir