4 – Rusya – Denizde Sönen Sigara ve Vücut

 

Karadeniz…
Şimdi bu öz suyunda senin,
Aklımın hangi yarım düşüncesinde müsafir edecegim seni… ”Manasını yitiren sözler ve sözlerini yitiren manalar” arasında, hangi cümlede soluklanacagız dostum?

Nasıl geçecegim seni…

Nazım Hikmet’in bir anısını dinlemiştim Karadeniz’den Rusya’ya  geçişi ile ilgili, bir belgeselde Refik Erduran’ın agzından;

” Nazım Hikmet benim eniştemdi, yoldaşımdı.Ama her şeyden önce örnek bir insandı benim için.Tam Karadeniz’in ortasındayken ;

– Nazım Abi, kurtuldunuz harika değil mi’ dedigimde, yüzüme baktı ;

– Türkiye’den ayrılıyorum Refik ! Mutlu olmamı mı bekliyorsun’ dedi. ”

Başka bir yerden de, Nazım Hikmet’in, Karadeniz için, ”çok korkunç bir derya” dedigini okumuştum.Nazım Hikmet’in, bunu söylemesinde, zamanında tüm komünistlerin Karadeniz’de öldürülmüş olmasının etkisi var diye düşünüyorum ben de… (çoğu kitap yazmaz Mustafa Suphi olayını.Ben, aklında ve ağzında, mühür ve sansür ve korku olmayan, bir insandan okudum… Selam olsun o dosta…)

Nazım Hikmet’in, Mustafa Suphi olayı ile ilgili yazdığı bir şiir geldi aklıma ;

Kalbim

Göğsümde 15 yara var!.
Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!..
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!

Göğsümde 15 yara var!
Sarıldı 15 yarama
kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!
Karadeniz boğmak istiyor beni,
boğmak istiyor beni,
kanlı karanlık sular!!

Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak.
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!..

Göğsümde 15 yara var!.
Deldiler göğsümü 15 yerinden,
sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!

Yandı 15 yaramdan 15 alev,
kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak..
Kalbim
kanlı bir bayrak gibi çarpıyor,
ÇAR-PA-CAK!!
Nazım Hikmet Ran
1925

Ayrıca, Ruhi Su’nun 15’lere Agıt isimli eseri, Karadeniz’de ‘alçakça’ öldürülen, Mustafa Suphi ve yoldaşları için yazıldı, söylendi ;
18.00 gibi başlayan gemi yolculugum, sabah 10.00 gibi sonlanacak Sochi’de…

Uyku tutmaz sanırım beni bu gece… Hem tutmaya çalışsa bile, kolları yok ki uykunun, sesi yok ki şarkısında durulanayım…
Güverteye çıkıp, insanları izlemeli o zaman.

Para işleri ve para işlerinin konuşuldugu o güverteden, denize atılan, her sönmemiş sigara, dagladı yüregimi. Tam olarak neydi bilmiyorum, ruhumdaki acıya sebep olan ;

Kendi yalnızlıgımı, sigaranın, derya içinde kaybolmasına benzetmem mi?
Manasızlıklar içindeki sokak gürültülerinden uzak bu deniz ortasında, motor gürültüsü mü?
Yoksa, yakınlıgına yandıgım bir kadının, aylar önce,  sag omuzuma sigarasını degdirip yanlışlıkla, sonra defalarca öptügü o yanık mı aklıma gelen?

Geminin arkasına koştum sonra…

Serdim eşyalarımı, izlemeye durdum, bir kenar süsü gibi, çoşkun, o dolunayı… Denizin yüzüne, Ay’ın yüzü düşmüş…

Karadeniz Geçişi Viidyosu

 

Sochi idi işte görünen… Gri-beyaz durumları kuşanmıştı, adına ‘Sis’ dedigimiz…

Ve Yunus karşılaması, siyah denizde, bayram zamanı…

 

Eger Kılıç Balıgı olsaydı, karşılamanın ismi, ki çok severim onları… Belki, Halim Şefik Güzelson şiirindendir sadece ;

BALIK AĞZI

Bu bir kılıçbalığının öyküsü
Yazılmasa da olurdu
Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
Uskumrunun arkasından gidiyorduk
Sürünün içinde ben de vardım

Sırtımda bir zıpkın yarası
Mutlu olmasına mutluydum
Nedense gitmiyordu kulağımdan
Bir türlü o “ağ var” sesleri

Denizkızı girmiş düşünceme
Ben iflah olmam
Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
Dolanınca ağa çok geçmeden küserim
Bir çocuk bile çeker sandala beni
Bu kadar ağır olmasam
Beni böyle koşturan yaşama sevinci
Kanal boyunca bir o yana bir bu yana

Siz yok musunuz siz derya kuzuları
Kestim kılıcımla karanlığını dibin
Yakamoz içinde bıraktım suları
Ah ayaz gecelerde olur ne olursa
Sırtımda bir zıpkın yarası

Alın beni mor kuşaklı bir takaya götürün
İri gözlerimde keder
Kılıcımda hüzün
Satın beni satın beni
Rakı için

 

Halim Şefik GÜZELSON

 

Ve deniz ile ilgisi, iç çamaşırı ile teni arasındaki uyuma inat, uyumsuzlugu bir kadının, parfümü ve deniz kokusu arasındaki…

 

Sınır geçişi mi? Zordu… Ama kafam rahattır, en kötü ihtimal, bir gemi yolculugu daha yapıp, Karadeniz’le, yarım bıraktıgımız aşka, kaldıgımız yerden devam edip, Trabzon’da bir demli çay içip, Mersin’de, kemanımla Rus ezgileri çalmak…

Kim takar ; ‘Rusya’ya varamadın mı? diyip, hiç terlememiş bıyıklarının altından gülecek olan, gidememişleri…

Girdik girdik işte Rusya’ya.

Bol trafikli bir gün…

 

 

Pek adetim degil ya, gidecegim yerlerin yükseltilerini alçaltılarını hesaplamak, yine de kulaktan dolma, ‘düzlük’ oldugunu duymuştum…

Sochi’den ilk 200km, bir delinin yürümek istiyecegi, bol rampalı, dar (tüm ‘keşke’ler gibi)…

Mavi Bulut’un kadro kulagı kırılmıştı İran’da, yenisini takıp, bir de yedek almıştım… Çok sakat bir yerde, arka aktarıcı (vites) janta girdi… Son anda sıyrıldım yol ortasına düşmekten… Cektim saga… Derin bir nefes çekip, aç ‘cigerime’ , söktüm egilmiş kadro kulagını ;

 

 

 

 

Yeşil içinde, mavi kuş… Charles Bukowski şiiri gibi, ya da Bülent Ortaçgil şarkısı gibi ;

” mavi kuş

mavi kuş her daim sarhoş
biraz da bize kızmış, onun için hiç yüz vermiyor
oysa güzel şarkıları vardı
yıldızlara ve denizlere
ama söylemiyor ki bizlere, susuyor
suç işlemiş eller gibi
perondaki boş trenler gibi
ucu görülmeyen tüneller gibi
gel hiç üzülme
salına salına uç
ben gelemem ama sen git biraz dolaş

saksağanın şakası sandılar
muhabbet kuşları ve papağanlar
belki de arkadaşındırlar
kargalar gibi karaladılar
kırlangıçlar ve serçeler
bize biraz yalan söylediler
çok saftık
zararsız küçük yalanlar gibi
yağmurdan kaçanlar gibi
bütün vapurları kaçıranlar gibi
gel hiç üzülme
salına salına uç
ben gelemem ama sen git biraz dolaş

mavi kuş sanki bir düş
kaşla göz arasında
geceyle gündüz ortasında
sokaklar bile sokaklara kesişir
gölgeler ki güneşe bağlı
biz ikimiz de öyleyiz ama bilmeyiz
ağıramamış aydınlıklar gibi
kireç tutmuş çaydanlıklar gibi
hiç sevişmemiş insancıklar gibi
gel hiç üzülme
salına salına uç
ben gelemem ama sen git biraz dolaş

mavi kuş her daim sarhoş
biraz da bize kızmış…

Bülent Ortaçgil

 

Bütün sote yerler gibi, yaşanmamış bir aşk gibi çıkıyor karşıma, bir ırmak kenarı…

 

Sonrası… Nice bir kaç şarkılık soluk daha…

Bütün Sabahlar Kadar güzel bir sabah Vidyo

 

Dünya… Büyüksün bilirim, aklımdan… Ama, sen de unutmamışsındır umarım, kalbimden büyük olmadıgını…

Beni zorlama, yorgunum zaten…
Atilla İlhan’ın Pia’sını aramaktayım belki, belki buldum, belki bulur bulmaz terk ettim.Ama zorlama beni, zaten yorgunum…

Daracık yollarda, harcama genç bedenimi, bir egzoz dumanına katma beni…

 

Arkama bakmak icap ettikce, aklıma bir Cibran sesi geliyor ;

” Dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat, arkana bakma… Kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de. ”

Bakıyorum yine de, hani belki… Sonra diyorum ki ; ‘belki’lerle geçecek bir ömür yaşanmasa da olur mu aceba?

Virajlar ve dar yollar bitmiyor… Şaka ile karışık bir durum gelmiş gibi sanki başıma… Bir psikolojik oyun içindeyim sanki.

Sabahlar geçiyor, akşamlar oluyor, nerede insansız yer var, açıyorum çadırı… Beslenemeyeli cok oldu bedenen… Ruhen fena degilim, bol sancılı geçiyor çünkü ve sancılar, cevaplara gebedir çogu zaman…

 

Yol hafif hafif düzelmeye başladı… Bacaklarımda bir güç, çevirdikçe, yeniden peydahladı kendini…

Alfabeler ve diller birbirine karışmışken, bir Erkan Ogur şarkısı açıp, tam olarak nerede oldugumu bilmemenin verdigi güzellik ve ‘gerçeklik’ ile, yeşiller içinden yeşiller begenerek devam etmeli yola.

4’ler 10’lar 100’ler 🙂 Yeşilin ve şarkıların yanında, ne de komik kalıyor tüm rakamlar…

Yorgunluktan ve susuzluktan dolayı, hafif kaşlarımı çattıgım bir anda, nefis bir bölge bana ayrılmış gibi, agaçların içinde ; davete icabet etmek lazım ;

Bu soluklanmadan sonra yüzümüz gülüyor ya birazcık ; hemen bir sorun başgöstermeli… Şart ! Tüm yollarım yolculuklarım ‘zor’ olmak zorunda benim ; römorkumda nur topu gibi bir çatlak… Agzı süt kokuyor…

Rampalar… Ve sonrasında akşam vakitleri, sote kamp yerleri…

 

 

Rusya Düzlükleri vidyosu

Meyve-Sebze cok pahalı burada… Su’da öyle… Sınırdan giriş yaptımdan beri, yani neredeyse 4 gündür falan, ne beslendigimi, ne de doydugumu hissettim… Havası ve güneşi olan bir yerde, bu durum nedir böyle diye düşünürken, Rus insanlarının çalışmaya pek meraklı olmadıgını ögrendim… Aklıma Ercan dost’un, topragı nasıl kazdıgı, topragın ve dostumun mutlulugu geldi…

 

Yagmur… İyidir…

İlk ‘Moskova’ yazısını görünce, yalancı bir sevinç duyumsuyorum suratımda… Amacım, hiçbir zaman varmak olmadı ki, şimdi olsun… E zaten verilmiş sözler ve gerginlikler ve kanıtlamalar da yok, yol adına, hayatımda… Tabelanın fotografını çekip, sonra, makinedeki, pikseller kadar anlamsız durumunu görüp, ‘kalan yol’ un ( ki, kalan yolu kim bilebilir… ama kim? ) , saklıyorum öylesine…

 

Şehirler geçiyorum ; suratsız ve ortanca ;

 

Ve , yakından fotografının çekilmesi yasak göl kenarlarında pedallıyorum birkaç gün ;

 

Ne vakit bir balıkçı görsem, Nazım’ın , Japon Balıkçısı şiiri gelir aklıma, hele Sümeyra Çakır, seslendirmişse şiiri, o şiirin işte, bir bölümünde, kafamda bir fırtına başlar… Öfke başgösterir sesimde ;

 

Japon Balıkçısı

Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifik’te sapsarı bir akşamdı.

Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.

Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.

Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür…

Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.

Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?,

Nazım Hikmet Ran

 

 

Dümdüz yolda, keyifler hiçinden hüzünler peydahlayarak, ilerliyordum ki, ‘Taaak’ diye bir ses ve bacak aramda lanet bir agrı…

Bisikletin selesi, yani koltugunu tutan 2 uzun vidadan biri kırılmış ;

 

İçimden, ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkartıp, düzlükte, arkama bakmadan yürümek geliyor… Yapamıyorum ! Özgür degilim demek ki daha ! Demek ki, Özgürlük’ten bahsetmeyinceye kadar, özgür olamayacagım…

Böyle bir şey nasıl olabilir ! O vida nasıl kırılır ! Ya iniş sırasında kırılsaydı! Kesinlikle sakatlanırdım! Sakatlansam, kim? ne kadar? nasıl? Hangi duygular ile üzülürdü? Biyolojik ailem mi? Aynı ilde olmamıza ragmen, buluşamadıgımız dostlar mı?  Bir süre rahatlamak için, kenara çekip Mavi Bulut’u, izledim öylece… Ayaklarıma, parmaklarıma, ruhuma baktım…

Toptan bir Hasss siktir ! çektim! Dedim ki ; Yaşamak olsun için, yaşamak !

Malzeme çantamda, güzel bir vida buldum.Kırılan vidayı söküp, hallettim sorunu.

Birkaç gün sonra Rostov’a varıp, biraz yatıştırıp ruhumu, öyle devam etmek lazım…

Hemen hemen her şehir gibi, Rostov’da, şehir işte… Deliler gibi pahalı…

İnternet bulup, buradaki gezginlerden mesaj var mı diye baktım… Ev bulamadım kalacak, ama şehri tanıtıp, sorunlara çözüm bulmak isteyen Marinka adında bir hatun ile buluştum.

 

Burada kadınlar ‘güzel’ler…

Suratlarının biçimleri bir tarafa, gram gülümsemeleri yok… Vücüt ölçülerini, cesurca ve biraz da haklı olarak sergilemekten çekinmiyorlar.Fakat, tek kelime konuşmaktan, gülümsemekten korktukları belli…

Marinka, ressam olmak istemiş ama ailesi hep sıkıntı çıkartmış, sonra birkaç ülke gezmiş… Ufaktan felsefe yaptık dilimiz döndügü kadar…

Römorktaki diger çatlakların da açıldıgını fark ettigimden , ne olur ne olmaz diye bir port bagaj almaya karar verdim.Daha 1,5 haftalık yol var nerdeyse… Yardım istedim Marinka’dan bisikletci konusu ile ilgili, üzerimdeki tek nakit para 1oo doları bozdurup, cözecegiz sorunları.

Şaka gibi bir olayla karşılaştım ! Benim paranın üstünde mühür var diye bozmadılar mı parayı ! Marinka ile belki 10 tane banka dolaştık ! Sagolsun hiç üşenmedi…

Bozduramadık parayı ! Sadece 25 dolar kadar Rus parası ile, kara kara düşünürken, Marinka’ya Varonezh’deki, gezgin dostum İbrahim Abinin oglundan bahsetmiştim.

Düşün dur ! Yola düşsem Mavi Bulut ile, 1. gün yemek alırken biticek para, kalıcam herhangi bir yerde… Ki düzlüklerde çok seyrek kasaba falan var, e bir de römorktaki çatlak mevzusu var… Mavi Bulut’un üstünde göz gezdirirken, bir de baktım, römorkun bisiklete giren kısmındaki pimlerden biri yok !

Arkama yaslandım… Hafif tebessüm ile, Ezginin Günlügü’nden Eksik Bir Şey şarkısını açtım, Marinka, baktı baktı bana… ‘Bir dakika’ dedi… Gitti bir bira aldı, geldi… Paylaştık…

O an, bütün güzel kadın vücutları, yarım şişe bira idi…

Aklım kuşlardaydı benim… Marinka’yı öpücüksüz bırakacak kadar, kuşlardaydı aklım, belki sadece bir kuşta… Belki bir kuşun, kanadını dolduran Rüzgarda…

‘Tren’ dedi Marinka… Ucuz bir yol ve dostum Doruk’un (İbrahim abinin oglu) evinin bulundugu şehre gidilebilir… Kalacak yer ve muhabbet ve ucuza yemek yapmak konusunda kendime güvendigimden, hadi gidelim dedim Marinka’ya, tren istasyonuna ;

 

Gittik tren istasyonuna… Marinka, belki 45 dk ugrastı ucuz bilet bulmak için, hatta biletimi o almak istedi.. Olmaz öyle şey dedim…

Yaklaşık 20 dolar’a bilet bulduk.Bagaj alma durumlarını, bisikletin problem olup olmayacagını sordu… Hayatında belki de bir daha hiç rastlamayacagı kötü kokan bir adama, bu kadar yardım… Vay beee ! dedim çogu zaman…

Römork’un lastigini söküp, geri kalan kısmını terk etmenin vakti geldi… Bir dostun, elleriyle, hatta o elleri yakarak yaptıgı bir parçayı geride bırakmak öyle zor olacak ki !

Ama Cemal Süreya’nın dedigi gibi ;

-biz kırıldık daha da kırılırız
kimse dokunamaz suçsuzluğumuza-

Cemal Süreya

 

Marinka’yla da vedalaşma vakti… Sıkıntılı durumlardan bir tane daha… Özellikle, yine, Cemal Süreya şiirlerinden bir tanesini mıh gibi taşırken aklımda ;

” Seviş yolcu büyük sözler söyle ve hemen ayrıl
Uçurumlar birleştirir yüksek tepeleri ” Cemal Süreya

Çok adetim degildir ama, öpülesi bir kadını, kısa bir sarılış ile, bir tren istasyonunda bırakmak…

Ah kuşlar, ah kuş ! Yaktınız beni… Üzdünüz Marinka’yı…

Şimdi tam sırası, Kül Vakti şarkısını dinlemenin ve aglamanın bolca…

Yol ve yol ile…

 


“4 – Rusya – Denizde Sönen Sigara ve Vücut” için 11 yanıt

  1. sevgili feyyaz yaşadığın zorlukları gördükçe yaşamın seni sınadığını düşünüyorum ve bunun yanında güzellikleri daha iyi göreceğini ve asla yılmayacağını…kızları üzme birdaha…en büyük hatan bu olur…yolun açık olsun…

  2. Feyyaz çok güzel yazmışsın.Zevkle okudum. Yolun açık olsun.

  3. feyyaz cok güzeldi cok zorluklar yaşamışsın ama üstesinden de gelmişsin , güzel ve keyifli geçtiği kesin, yolun açık olsun, diğer yazılarını ve fotoğraflarını da bekliyoruz

  4. DOST.. başına gelenlere üzüldüm.. umarım herşey yolunda gider.. çok güzel yazmışsın.. haydi kolay gele… selam oralara..

  5. MARİFET

    Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
    Ama biçimine getirip ezerlerse
    Güzel kokmak
    Kekik misali
    Lavanta çiçeği misali
    Fesleğen misali
    Itır misali
    İsâ misali
    Yunus misali
    Tonguç misali
    Nâzım misali

    Bedri Rahmi Eyuboğlu

  6. dostum, yola devam
    zorlukların ve çektiğin sıkıntıları yaşamasakta…

    seni anlıyor,
    umudunun gerçekleşeceği inanıcı beni güçlendiriyor..
    iyi ki varsın çocuk
    esen kal

  7. Bana bir şeyler söyle
    ama kendi dilinden olsun
    belki anlamam dediğini
    ama senin dilinden olsun

    – Yılmaz GÜNEY –

  8. Seni çook seviyorum güzel insan 🙂 o soğuk topraklarda üşütme sakın 😉

  9. selam
    ben anlattığın aksilikleri sorun yaptığını düşünmüyorum.yola çıkan için aslolanın yollarda olmak olduğunu en iyi sen biliyorsundur ki onun için bu yolculukları yapıyorsun ve daha da yapacaksın. yolların açık olsun.

  10. almanyadan imrenerek takip ediyor ve kiskaniyorum. ve yakinda bende mozart yolculuguna cikacagim senden aldigim cesaretle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir